28 Ağustos 2011 Pazar

28.08.2011 Banko Kupon

27 Ağustos 2011 Cumartesi

27.08.2011 Bahis Kuponu


16 Ağustos 2011 Salı

16.08.2011 Bahis Kuponu





















Bol Şanslar!..
24 Haziran 2011 Cuma

Galatasaray'da Markalaşma Telaşı ve Yeniden Yapılanma

























90'lı yılların sonu 2000'li yılların başında Galatasaray olmak çok keyifliydi ama bir o kadar da sıkıntılı. Galatasaray geçen o benzerine ender rastlanacak senelerde markalaştı, bir kültür oturttu, Avrupa'da söz sahibi oldu. 2002'den sonra Avrupa'da pek de adı sanı duyulmayan Galatasaray kulüp olarak marka haline geldiyse de son yıllarda oyuncu anlamında markalaşma çabaları hep sonuçsuz kaldı. Gelen yetenekli ama sorunlu oyuncular, takımdaki ruh yoksunluğu hepsi tuz biber oldu ve Galatasaray bu markalarını tek tek kaybetti.

Eğri oturup doğru konuşmak lazım. Şu an ki Galatasaray kadrosunda kaç tane markalaşmış Türk oyuncu kaç tane Yabancı oyuncu var? Benim aklıma ilk gelenleri söyleyeyim; Arda ve Baros. Eğer reklamın iyisi kötüsü olmaz mantığıyla ilerleyip nicelerini markadan sayarsanız orasını bilemem.

Galatasaray'ın 90'ların sonlarındaki başarılarına zemin hazırlamış üç ana unsur vardır bana sorarsanız. Kaliteli, tecrübeli ama futbol oynamaya aç yabancı futbolcular. Mücadele etmeye elverişli yetenekli bir yerli oyuncu grubu. Sonuncusu ise Fatih Terim. Terim eski Terim mi bilinmez orasını zaman gösterir. Anlatmaya çalıştığım şey aslında Galatasaray'ın Drogba-Forlan gibi süperstarların peşinden koşmasının sebebi takımın daha kısa zamanda eski marka gücüne kavuşmasını sağlamak. Olası bir yıldız forvet transferiyle birlikte reyes-ujfalusi-selçuk-ceyhun ve belki daha fazlasıyla Fatih Hoca'ya (bu takımı marka haline getiren teknik adamın) bunu tekrar gerçekleştirmesi için bir imkan yaratılacak. Galatasaray'ın fazla sabrı kalmadı ancak bu sezon Fatih Hoca önderliğinde kenetlenecek olası güçlü bir kadro sadece 2 kulvara konsantre olarak Avrupa'da yıpranan rakiplerinin aksine ligi sürklase edebilir. Kilit nokta transferlerin bir an önce bitip takımın kamp dönemini birlikte geçirmesi. Transfer döneminin son gününde gelecek bir Ronaldo'nun dahi Galatasaray'a faydalı olacağını sanmıyorum. Galatasaray'ın tekrar ayağa kalkması için gereken ilk adım: Takım olmak! 
23 Haziran 2011 Perşembe

The Copa Santander Libertadores de América



Copa Libertadores'te 4. kez final oynayan Neymar'lı Santos, Pele'li kadrosuyla 1962 ve 1963'te gelen şampiyonlukların ardından Copa Libertadores'i 3. kez müzesine götürerek 48 yıllık hasrete son verdi.


20 Haziran 2011 Pazartesi

Tomáš Ujfaluši "The Gladiator"


Thomas Ujfalusi, gençliğini geride bırakmış ancak futbola doymayan adam...

Sigma Olomuc altyapısında yetişen; Hamburg, Fiorentina, Atletico Madrid formaları giymiş bir kaptandan bahsediyoruz, Kaptan Gladyatör'den...

Çek Cumhuriyeti Milli Takımında 2001-2009 yılları arasında tam 78 kere forma giyen kaptan 2009 senesi Nisan ayında Çek Cumuhuriyeti'nin Slovakya'ya mağlup olduğu maçtan sonra arkadaşlarıyla restauranta gittiği için eleştirildi, o da milli takımı bıraktı.

Atletico Madrid'de geçirdiği son 3 senesinde hiç bir sezon 42 maçın altında oynamadı. İstikrar abidesi...

Sahada lider, sert ama kırıcı asla değildi! 

"Kasap değil Sert"
Herkes onu 19 Eylül 2010'da Messi'nin ayağını kırmaya teşebbüsten hatırlar ama o kariyeri boyunca çıktığı 425 maçta sadece 5. kırmızı kartıydı. Lugano'yla kıyaslıyorlar madem hemen o rakamı da verelim. Lugano, kariyeri boyunca oynadığı 224 maçta 6 kez kızardı.. 



Son bir not: Transferin ardından basında paylaşılan bu fotoğraflar çok yadırgandı ama fotoğraftaki bayan o zamanlar Ujfalusi'nin eşiydi..
18 Haziran 2011 Cumartesi

"Trabzonspor 2010-2011" Necip Emre Yılmaz Resim Sergisi


Geride kalan sezonun ruhunu sizlerde hissedin..

27 yıl aradan sonra bu kadar yaklaşılmış ve hakkedilmiş şampiyonluğun resme döküldüğü ve unutulmayacak bu tarihi sezonun Necip Emre Yılmaz’ın fırçasıyla anlatımından oluşan harika bir sergi. Futbolcuların, yöneticilerin ve başkanın katılımıyla renklendirecekleri bu sergiye sizleride bekleriz..



23 Haziran 16.00'da Trabzon Varlıbaş Atapark AVM


Necip Emre Yılmaz

Forlan gibi ama değil gibi de...


Diego Forlan'ı en çok Man. Utd'dan hatırlarım. Kaçırdığı inanılmaz goller, son vuruşlardaki beceriksizliği aklımda kalan en büyük özellikleri aslına bakarsanız. Ne olduysa Forlan Villareal'e ardından Atletico Madrid'e geçince oldu. Beceriksiz Uruguay'lı sanki sihirli değnek değmiş gibi gol makinasına dönüştü. 22 yaşında İngiltere'nin yolunu tutan oyuncu 26'sından sonra parladı. İngiltere'de gol atamaması nedeniyle alay konusu olan Forlan, İspanya'da şov yapar oldu. Yıldız oyuncu son dünya kupası'nda da gol krallığını kazandı.

Bugünlerde 32 yaşında olan oyuncuyla görüşmelere başlandığı, Galatasaray tarafından borsaya bildirildi. Tabii Reyes ve Ujfalusi ile birlikte. Bu 3 oyuncunun ligimize katacağı değer ve Galatasaray'ı ayağa kaldırması oldukça güçlü bir olasılık. Galatasaray için artık tek eksik olan ıslak imzalar...
30 Mayıs 2011 Pazartesi

Ünal Aysal Rüzgarları

























Ünal Aysal seçim öncesinde başlattığı rüzgarı sürdürüyor. Çok kötü bir sezon geçirmiş, dibe vurmuş Galatasaray'ı ayağa kaldırmak için ne gerekiyorsa belli ki fazlasını yapıyor, çabalıyor!..
     
Seçim öncesinde yapılan “Abrahamovic” benzetmesi, gün geçtikçe bambaşka bir boyuta geçiyor. Aysal tam da Galatasaray Başkanı'na yakışır bir duruş sergiliyor. Seçimden önce Fatih Terim ile anlaştığı iddia edilen Aysal, Fatih Terim'i açıkladı. Camia toparlanma emareleri göstermeye şimdiden başladı. Terim'in toparlayıcı yapısı, futbol bilgisi ve eşsiz motivasyon hüneri sayesinde Galatasaray kısa sürede ivme kazanacak gibi duruyor. Bence Terim'in bu yönleri ve Ünal Aysal'ın birleştiriciliği ve yöneticilik vasfı, bulunamaz denilecek bir hint kumaşı potansiyeli barındırıyor. 

Aysal göreve geldiğinden beri transfer haberlerinin ardı arkası hiç kesilmedi. Kesilecek gibi de durmuyor. Erken Bitirilen Elmander ve Selçuk İnan transferleri tam isabet denilecek cinsten. Elmander son 5 sezonda 156 maça çıktı ve 40 attı. Mücadeleci ve tamamlayıcı bir forvet özelliğinde. Baros'un sakatlık furyasından sonra Galatasaray'a ilaç olabilecek bir istikrara sahip. Belki bitiriciliği üst düzey değil ancak savaşmaya, mücadeleye çok yatkın bir yapısı var. Selçuk İnan ise Galatasaray'ın orta sahadaki “düz” niteliksiz oyuncu güruhuna tam da zıt bir görüntüde üstelik Türk! Galatasaray'ın daha transfer sezonu açılmadan bu 2 kilit oyuncuyla sözleşme imzalaması, önceki yıllarda yapılan yanlışlardan ders alındığına delalet. Sezon başı hazırlık kamplarında takım bir arada olur, bir kenetlenme yaşanırsa bu transferlerin özelliği daha da net ortaya çıkacaktır. 

Bir de ortada dolaşan isimlere bakalım mı? Drogba, Sinan Bolat, Kallström bu aralar yüksek sesle telaffuz edilen isimlerden bir kısmı. Drogba'nın transferi gerçekleşirse büyük olay! Ayrıca bildiğim kadarıyla Drogba transferi bitti sadece bir-iki ufak pürüz kaldı halledilmesi gereken. Sinan Bolat transferine de çok olumlu bakıyorum keza çok genç ve umut vadeden hem de başarılı bir file bekçisi. Kallström de Selçuk İnan ile birlikte orta sahayı ateşleyecek oyuncu olabilir. Elmander'e de destek olabilecek İsveçli futbolcunun da transferi oldukça olası görünüyor. 

Bize düşen 1 Haziran 2011'i beklemek. Görünen o ki transfer döneminin başlamasıyla birlikte Galatasaray camiasını ve Florya'yı oldukça hareketli günler bekliyor! 
20 Mayıs 2011 Cuma

Hayal Kırıklığı Yaratan Transferler


















Günümüz futbol endüstriyelleştikçe, futbola olan yatırım, harcanan para artıyor. Başta Avrupa olmak üzere futbolun hüküm sürdüğü tüm kıtalarda kulüpler büyük transferler peşinde koşuyor. İş futbolcuyu transfer etmekle bitmiyor elbette. Oyuncunun adaptasyonu, sağlığı, takımın ortamı aslında hepsi yeni transferlerin başarısını birinci dereceden etkileyen faktörler. İşte son 15 yıldaki en büyük hayal kırıklıklarının hikayeleri. 

Massimo Taibi (1999, Venezia'dan Manchester United'a £4.5m)
Yeni Peter Schmeichel'ı bulmak üzere harekete geçen Manchester United İtalya'nın Venezia takımında parlayan Massimo Taibi'yi transfer etti. Ancak Taibi'nin İngiltere'de geçen 4 ayda kazandığı tek şey "Kör Venedikli" lakabı oldu 

Francis Jeffers (2001, Everton'dan Arsenal'e £8m)
Arsene Wenger 2001 sezonunda İngiliz oyuncuyu büyük umutlarla transfer ettirdi ancak Thierry Henry ve Sylvian Wiltord gibi oyunculardan Jeffers'a pek fırsat düşmedi. Arsenal'de geçirdiği 2 senede sadece 4 gol atıp 22 maçta forma giydi daha sonra geldiği kulübe, Everton'a kiralık olarak geri gönderildi. 

Andriy Shevchenko (2006, Milan'dan Chelsea'ye £30.8m)
Dinamo Kiev'de parlayan Sheva, Milan forması altında efsaneleşmişti. 208 maçta attığı 127 golle Chelsea'ye transfer oldu. Chelsea'de geçirdiği 2 sezonda 47 maçta sadece tek gol atabildi. 2008-09 sezonunda eski takımı Milan'a kiralık olarak geri gönderildi. 

Adrian Mutu  (2003, Parma'dan Chelsea'ye £15.8m)
Chelsea'de kaldığı süre boyunca 27 lig maçında 6 gol atan Rumen yıldız, kokain kullandığı için Chelsea'den kovulduğu yetmiyormuş gibi üstüne 7 ay futboldan men cezası aldı. 

Juan Sebastian Veron (2001, Lazio'dan Manchester United'a £28.1m, 2003 Manchester United'tan Chelsea'ye £15m)
Sven-Goran Eriksson'un gözbebeği Veron; Sampdoria, Parma ve Lazio'da harika işlere imza attıktan sonra Manchester United'a transfer oldu. Ada futboluna adaptasyon sağlayamayan Veron, verimsiz geçen ilk sezona rağmen ikinci sezona fırtına gibi girdi, ancak sakatlıklar peşini bırakmadı. Chelsea ada futboluna uyum sağlayamayan yıldız oyuncuya bir şans daha verdi ancak Veron kullanamadı. Önce Inter'e daha sonra ise Estudientes'e kiralandı. 

Sergei Rebrov (2000, Dynamo Kiev'den Tottenham Hotspur'a £11.5m)
Dinamo Kiev'de Shevchenko ile birlikte Şampiyonlar ligi yarı finaline kadar yükselip, Şampiyonlar ligi gol kralı olan Rebrov, Tottenham macerasına iyi başlasa da 2001 Mart ayında göreve Glenn Hoddle'ın gelmesiyle forma şansı bulmakta zorlandı. Önce Fenerbahçe'ye kiralık gönderildi ardından West Ham United'a transfer oldu. 

Per Kroldrup (2005, Udinese'den Everton'a £5m)
Everton'a imza atan Danimarkalı defans oyuncusu Everton forması giyemeden kasık sakatlığı yaşadı ve ameliyat oldu. Aston Villa'ya 4-0 yenildikleri maçta ilk ve son olarak Everton forması giydikten sonra Fiorentina'nın yolunu tuttu böylelikle Kroldrup ada futbolunun en kötü transferlerinden biri olarak tarihe geçti. 

Massimo Maccarone (2002, Empoli'den Middlesbrough'a £8.15m)
İtalyan forvet oyuncusu, İtalya 21 yaş altı takımıyla Avrupa gençler şampiyonasında sergilediği performanstan sonra Middlesbrough'ya büyük umutlarla transfer edildi. İlk maçlarda iyi performanslar gösterse de arkası gelmedi. Önce Parma'ya ardından Siena'ya kiralık olarak gönderildi. Daha sonra 'Boro'ya dönüp Uefa kupasında mucizelere imza atsa da yetmedi, 2007 yılında tekrar Siena'nın yolunu tuttu. 

Denilson (1998, Sao Paolo'dan Real Betis'e £21.5m)
Sanırım fiyasko transfer denince akla gelecek ilk isim Denilson. 1997 Copa America'da tüm dikkatleri üstüne toplayan oyuncu, Real Betis'e transfer olduğunda dünyanın en pahalı futbolcusu ünvanını elde eden futbolcu kendisine duyulan güvene karşın takımın küme düşmesine mani olamadı. Betis küme düştüğünde Flamengo'ya kiralık olarak gitti, 2005 senesinde ise Bordeaux'ya transfer oldu daha sonra Brezilya, Amerika Birleşik Devletleri, Vietnam ve Yunanistan'a da yolu düştü. Denilson'un hem Betis'e hem de Brezilya milli takımına inanılmaz katkılar yapacağı düşünülürken o hiçbir zaman kendisinden bekleneni veremedi. 

Elvir Baljic (1999, Fenerbahçe'den Real Madrid'e £20m)
Bursaspor'da oynadığı 87 maçta 42 gol atan Elvir Baljic daha sonra Fenerbahçe'ye transfer olmuştu. Ülkemizde Beşiktaş'ı çalıştırsan John Benjamin Toschak Geremi ile birlikte Baljic'i Türkiye'den transfer ettimişti. Real Madrid'de geçirdiği 3 senede sadece 11 lig maçına çıkabilen Bosnalı oyuncu, sakatlıklar nedeniyle neredeyse Real Madrid'de hiç süre alamadı önce Fenerbahçe'ye sonra Rayo Vallecano'ya kiralandı, 2002 yılında Galatasaray'a transfer oldu. Yaşadığı sakatlıklar maalesef onun Dünya ve Real Madrid tarihinin en kötü transferlerinden biri olduğu gerçeğini değiştirmiyor. 

Diego Forlan (2002, Independiente'den Manchester United'a £6,.9m)
Arjantin'den Manchester United'a gelen Forlan, büyük ümitlerle transfer edilmişti ama kırmızı şeytanlarla çıktığı 98 maçta sadece 17 kez golle buluştu. Attığı gollerden çok, kaçırdığı altıpas üzerinden kaçırdığı gollerle adından bahsettirdi. Van Nistelrooy'dan sonra performansı yeterli gelmediği için Rooney Manchester United'a gelirken o da Villareal'in yolunu tuttu. 

Steve Marlet (2001, Lyon'dan Fulham'a £11.5m)
Jean Tigana'nın isteğiyle Fulham'a getirilen, Fulham'da oynadığı 54 maçta sadece 11 gol atabilen Marlet, Tigana'nın da kovulmasına zemin hazırladı. Tigana'nın da görevinden ayrılmasıyla 18 aylığına Marsilya'ya kiralandı. 

Alexander Hleb (2008, Arsenal'den Barcelona'ya £13m)
Beyaz Rusyalı futbolcu BATE Borisov'da oynarken ismini duyurdu. Önce Stuttgart'a ardından Arsenal'e transfer oldu. Arsenal'de çok iyi bir performans çizmemesine rağmen, Barcelona, taktik anlayışlarına biçilmiş kaftan olarak gördüğü oyuncuyu renklerine bağladı ancak Hleb hiçbir zaman Barcelona'nın oyun düzenine alışamadı Stuttgart'a kiralandı, şu anda İngiltere'de Birmingham City takımında top koşturmaya devam ediyor. 

Jonathan Woodgate (2004, Newcastle United'tan Real Madrid'e £13.4m)
Newcastle United'ta yaşadığı tekrarlayan sakatlıkları Real Madrid'e de taşıdı. Transfer edildiği zaman da sakattı. Real Madrid forması giymek için 1 sene bekledi. Sahaya çıktığı ilk maç olan Athletico Bilbao maçında, bir kırmızı kart gördü bir de kendi kalesine gol attı. 2006 yılında ilk 11'de yerini sağlamlaştırmıştı ki; sakatlıklar yakasını bırakmadı, 2006 yazında Middlesbrough'ya kiralandı. 2007 senesinde Marca gazetesi tarafından yapılan oylamada 21. yüzyılın en kötü transferi seçildi. 

Zlatan Ibrahimovic (2009, Inter'den Barcelona'ya £61m)
Inter'de geçirdiği 3 sezonda 116 maça çıkıp 66 gol ata Ibra-cadabra Barcelona'ya geldiğinden yer yerinden oynadı. Tekniği, zekası kadar fizik gücüyle de bilinen oyuncu Eto'o artı para karşılığında toplam 61 milyon £'a  mal oldu Barcelona'ya. İspanya'da çıktığı 29 lig maçında 16 gole imzasını atan Ibrahimovic tutuk görüntüsünden kurtulamadı, öyle ki Eto'o aranır hale geldi. Gerek adaptasyondaki zorluklar gerekse teknik direktör Guardiola ile yaşanan sürtüşmeler neticesinde İbrahimovic tekrar İtalya'ya, Inter'in ezeli rakibi Milan'a kiralandı.
13 Nisan 2011 Çarşamba

Avrupa'ya Kök Söktürüp Sonradan Unutulan Takımlar

1955 yılı itibariyle Avrupa'da düzenlenmeye başlayan Fuar Şehirleri Kupası ve Şampiyon Kulüpler Kupası organizasyonlarıyla ülkesel bazdaki şampiyonlar, Avrupa coğrafyasında da gövde göstermeye başladı. Futbol globalleşmeye başladıkça, kıtasal rekabetler de doruğa çıktı. Bu globalleşme ve rekabet düzeyi, bir çok "kazanan" ve "kaybeden" yarattı. Kazananlar hepimizce malum; Barcelona, Real Madrid, Liverpool ve daha bir çok takım.. Avrupa'da kaybedenler zaten akılda kalmaz, adı bilinmez ve hatırlanmaz. Peki ya arafta kalanlar? Bir zamanlar Avrupa'ya kök söktüren, başarıdan başarıya koşan takımlar genelde bu düzeylerini korurlar. Mali yapılanma, altyapı, taraftar desteğini arkasına alan bu köklü kulüpler her zaman belli standartlarda başarıya ve kazanmaya odaklıdır, ve öyle devam ederler. Dev takımlar performansları düşse de, genel geçer bir standart içerisinde başarı grafiklerini kaybetmeden, sürdürürler. Bu grafiği sürekli hale getiren devler haricinde, bazı takımlar belli dönemlere damgalarını vurdular. Kimisi yanlış planlama, kimisi finansal problemlerden dolayı bu başarıyı sürekli hale getiremedi. Zamanında Avrupa'ya kök söktüren öyle kulüpler var ki şimdilerde alt liglerde yer alıyor, kimisi de ligden düşmemek için mücadele ediyor. İşte Avrupa'yı kasıp kavuran, sonrasında unutulan takımlar. 















Nottingham Forest FC
2 Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası Şampiyonluğu (1979, 1980)
1 UEFA Süper Kupası (1979)

      44 günlük Leeds United macerasından sonra Nottingham'da göreve gelen, daha sonraları "İngiltere milli takımını çalıştırmamış en iyi teknik direktör" ünvanını alacak Brian Clough, yardımcısı Peter Taylor ile birlikte Nottingham Forest kulübünün tarihine damga vuracaktı. Göreve geldiği 1977-78 sezonunda Peter Taylor'un da kendisine katılmasıyla, ikinci ligde 3. olup, İngiltere birinci ligine çıktılar, buraya kadar herşey normal gibiydi. Ertesi sezon yeni çıktıkları ligde en yakın rakibi Liverpool'un 7 puan önünde 64 puanla ipi göğüslediler. 1978-79 sezonunda Şampiyon Kulüpler Kupasını sırasıyla; Liverpool, AEK, Grasshopers, Köln ve Malmö takımlarını teker teker dize getirerek, mağlubiyet dahi almadan kupayı müzesine götürdü. 1979 senesinin Uefa Süper Kupası'nı da 1-0 ve 1-1'lik skorlarla Barcelona'yı yenerek aldı, dahası 1979-80 sezonunda bu sefer Öster, Arges Pitesti, Dinamo Berlin, Ajax ve Hamburg'u devirerek 2 sene üstüste Şampiyon Kulüpler Şampiyonluğu yaşadı. Bu başarıların ardından avaş yavaş çöküş başladı. Peter Taylor'un 1982'de takımdan ayrılması ve kadronun bozulmasıyla Nottingham Forest, 1983-84, 1987-88 ve 1988-89 sezonlarında elde edilen üçüncülükler dışında ligde eskisi kadar varlık gösteremedi. 1992-93 sezonu ise 18 yıl süren efsanenin sonu oldu. Clough'un kendini alkole kaptırması ve Teddy Sheringham ve Des Walker gibi önemli futbolcuların satılmasıyla kulüp önlenemez bir düşüşe geçti. Nitekim lig sonunda Forest, 40 puanla sonuncu olarak 16 yıl aradan sonra İkinci Lig'e düştü. Tüm sorumluluğu üzerine alan "Koca Kafa", 8 Mayıs 1993'te görevinden istifa etti. 18 sene görevde kalan Clough'dan sonra 18 sezonda 15 teknik adam değiştirdiler. Sonraları Uefa kupasında boy göstermeye çalıştılarsa da asla o rüya gibi geçen yıllara dönemediler. Bu sene de İngiltere Championship(2.lig) liginden Premier Lige yükselme mücadelesi veriyorlar. 














Eintracht Frankfurt e.V.
1 UEFA Kupası Şampiyonluğu (1980)
1 Intertoto Kupası Şampiyonluğu (1967)
1 Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası Finali (1960) 

      Şimdilerde Galatasaray'ın eski teknik direktörü Michael Skibbe'nin çalıştırdığı Frankfurt ekibi, şimdilerde orta-alt sıralarda gezinen, son 15 senede 3 kere Bundesliga 2'ye düşen ve tekrardan yukarı tırmanan takım, aslında 60'lı yıllarda ve 80'li yıllarda Avrupa'ya kök söktürmüş ekiplerden birtanesi. Özellikle 1960 senesinde Real Madrid'e karşı kaybettikleri Avrupa Şampiyon Kulüpler kupası finali 7-3'lük skoruyla hala hafızalardadır. Di Stefano'nun 3, Puskas'ın 4 gol attığı maçta Real Madrid'e karşı kaybetseler de 1967 yılında Avrupa Kupası hayalini Inter Bratıslava'yı yenerek gerçekleştirdiler. 1980 senesinde ise bir başka Alman takımı Borussia Mönchengladbach ile karşılaştıkları Uefa kupası finalinde, deplasman golü kuralıyla toplamda 3-3'lük skorla geçip Avrupa'daki en büyük başarılarına imza attılar. Şimdi Skibbe yönetimindeki Eintracht Frankfurt da tarihin tozlu sayfalarından, kendi yarattığı efsaneyi geri döndürmeye çabalıyor! 











Leeds United AFC
2 Fuar Şehirleri (UEFA) Kupası Şampiyonluğu (1968, 1971)
1 Fuar Şehirleri (UEFA) Kupası Finali (1967)
1 Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası Finali(1975)
1 Kupa Galipleri Kupası Finali (1973) 

      Sanırım Leeds United hakkında anlatılabilecek birkaç dönem olsa dahi en güzel dönem "glory years" yani şanlı yıllardır. Don Revie komutasında geçen 1961-74 seneleri arasında inanılmaz işler başaran rakiplerinin korkulu rüyası olmayı başaran Leeds United 2 Avrupa kupası kazandı 3 kere de finalde kaybetti. 1961 senesi Mart ayında göreve gelen Revie, takımı küme düşmekten kurtarıp, kaderini değiştirdi. Önce bir üst lige yükselmesini sağladı. 1965-74 seneleri arasındaki 10 senelik süreçte İngiltere Birinci Ligini ilk 4 sıranın içinde tamamladı. Bu süreçte hem tüm kupalarda korkulan, ve zirveye mücadele eden bir ekip olurken, aynı zamanda "dirty leeds" (pis, sert Leeds) lakabı da Don Revie zamanında fair-play ruhunu hiçe sayan o günlerden kalmıştır. Don Revie'nin İngiltere milli takımının başına geçmek üzere Leeds United'tan ayrılmasıyla Leeds duraklama evresine girdi. Brian Clough, Jimmy Armfield, Billy Bremner ve başka isimler de takımın başına geçse de Howard Wilkinson'a kadar kimse pek başarılı olamadı. 1992 sezonunda şampiyonluk ipini tekrar göğüsleyen Leeds bu şampiyonluktan sonra David O'Leary dönemine kadar pek başarılı bir süreç geçiremedi. David O'Leary önderliğinde 1999-00 sezonunda Uefa kupası yarı finalinde Galatasaray'a boyun eğen takım, sonraki sezonda Şampiyonlar Ligi yarı finalinde Valencia'ya elendi. Başkan Ridsdale büyük borçların altına girmiş, Şampiyonlar ligi yayın gelirlerini de hesaba katarak büyük paralar harcamıştı. Bu noktadan sonra işler çığrından çıktı. Kulübün borçları nedeniyle önce Rio Ferdinand satıldı ardından O'Leary'nin görevine son verildi. Leeds United sırayla bütün oyuncularını elden çıkardı. 2003-04 sezonunda kadronun büyük bir çoğunluğu elden çıkartılmıştı. Gösterilen mücadeleye rağmen, 14 senenin ardından Leeds United küme düştü. Kulübün £10m karşılığında Ken Bates'e devredilmesiyle takım bu sene İngiltere Championship liginden Premier lige çıkma mücadelesi veriyor. Zaman zaman parladığı Avrupa arenasını ise yaklaşık 10 senedir mumla arıyor! 














Borussia Vfl 1900 Mönchengladbach e.V.
1 Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası Finali (1977)
2 UEFA Kupası Şampiyonluğu (1975, 1979)
2 UEFA Kupası Finali (1973, 1980) 

      Kuşkusuz futbol tarihinin tozlu raflarında unutulan en büyük efsanelerden biri, belki de birincisi Borussia Mönchengladbach'tır. 7 sene içerisinde (1973-80) 2 Avrupa Kupası kaldırmış, 3 kere de final oynamış olan kulüp için bugünlerde Bundesliga'da kalabilmek bile önemli bir hedef. 25 Mayıs 1977'de Liverpool'a 3-1 kaybedilen maç belki de takımın elde edemediği tek kupa. 80'li yıllarda ve daha sonrasında özellikle 90'lı yıllarda bu başarı ivmesi kayboldu. 1995 sezonunda Almanya kupasını müzesine götürmesine rağmen bu kupa da takımın yaşadığı düşüşe engel olamadı. Son 5 senesine baktığımızda 2006 sezonunu 10. bitirdi ancak  2007 sezonunu ligin dibinde tamamlayarak küme düşmekten kurtulamadı. 2008 sezonunda Bundesliga 2'de yaşadıkları şampiyonluk onları tekrar en üst lige taşıdı. 2008'de 15, 2009'da ise ligi 12. sırada tamamladılar. Almanya liginin "asansör"takımlarından biri olarak genelde alt sıralarda kendilerine yer buluyorlar. Halen devam eden 2010-11 sezonunda da 26. hafta itibariyle ligin son sırasına demir atmış haldeler. Bir sonraki Heynckes, Bonhof, ve Berti Vogts'larını yetiştirmeleri daha uzun zaman alacak gibi görünüyor. 












Göztepe SK
1 Fuar Şehirleri Kupası Yarı Finali (1969)
1 Kupa Galipleri Kupası Çeyrek Finali (1970)

      Türk futbol tarihinde vitrine çıkmış ilk takımlardan biridir Göztepe. İzmir'in efsane takımı Göztepe, 1968-69 sezonunda ise Uefa Fuar Şehirleri Kupasında yarı finale kadar yükselerek Avrupa kupalarında bu başarıya ulaşan ilk Türk takımı oldu. O sezon sırasıyla Marsilya, Arges Pitesti, OFK Beograd, Hamburg takımlarını saf dışı bırakan sarı-kırmızılı ekip yarı finalde Macaristan ekipi Ujpest'e boyun eğdi. Ertesi sezon Kupa Galipleri Kupası'nda Luxembourg ve Cardiff takımlarını eledi. Çeyrek finalde İtalya'nın ünlü kulüplerinden Roma'ya toplamda 2-0'lık sonuçla boyun eğdi. Gürsel Aksel, Ali Artuner, Fevzi Zemzem ve daha nice futbolcuları bir çatı altında buluşturdu, kolej havası estirdi. Göztepe 1971 senesinden bu yıla kadar bir daha Avrupa yüzü göremez. Fakat Göztepe taraftarları kendince bugün umutludur. O günlerin geri geleceğini düşünmektedirler. O gün şarkılarında böyle anlatılır; Fevzi, Ali, Gürsel'ler nerde kaldı o günler;o gün yine gelecek İzmir bayram edecek!
16 Mart 2011 Çarşamba

Galatasaray-Fenerbahçe (Bir Cuma Derbisi)





















Cuma günü oynanacak derbi öncesi taraftardudugu.blogspot.com kurucu/yazarı Murat Erdem Şengül'le birlikte soru cevap yaptık. Sorular aynı cevaplar farklı.

Keyifle okumanız dileğiyle...

1. Derbi deyince aklınıza ne geliyor?

MeS : Derbi deyince aklıma öncelikle “Galatasaray” geliyor. Her zaman inandığım ve Galatasaraylı ve Fenerbahçelilerin gözden kaçırdıkları “Fenerbahçesiz Galatasaray, Galatasaraysız Fenerbahçe olmaz” gerçeği geliyor. İki takımın taraftarları birbirlerini küçük görmeleri, hafife almaları geliyor. En hassas dönemlerinde, derbi haftalarında, derbinin özüne aykırı olan nefret duygusu ile yatıp o duygu ile kalkmaları geliyor. Körü körüne inandıkları renkler uğruna kalpler kırmaları geliyor. Başta da söylediğim gibi ne Fenerbahçesiz Galatasaray ne de Galatasaraysız Fenerbahçe’nin hiçbir tadı yoktur. Birbirimizin değerini bilmemiz gerekir.

TB: Derbi deyince aklıma hırs, mücadele, tribünler ve şampiyonluk geliyor. Bizimkisi bir aşk hikayesi! Tamam arada belki mezhep farkı yok belki siyasi düşünce farkı da yok ancak Gs-Fb derbisi tam anlamıyla bir derbi. Yalın, özüne sadık başka unsurlara takılmayan bir derbi. Dünyanın sayılı güzelliklerinden biri bu derbi...

2. Galatasaray'ın ve Fenerbahçe'nin durumunu değerlendirir misiniz?
MeS : Galatasaray üstünde yazıp çizeceğimiz bin bir türlü senaryo var. Bence tek sorun her kafadan ayrı bir ses çıkması. Ne Taraftar kendi içinde, ne yönetim kendi içinde, ne de futbolcular kendi içlerinde birlik olabilmiş değiller. Bu durumdan yola çıkarak Fenerbahçe’de bu durumun tam tersi olduğunu, takım taraftar yönetim tek yürek halinde olduğunu söyleyebilirim. Bu birlik ise başarıyı getirdi. Başarı derken mevcut durumdan bahsediyorum. Birlik bir takıma muhteşem günler yaşatırken birlik olamamak bir takımı nerelere götürüyor en açık Fenerbahçe ve Galatasaray’ın durumlarını karşılaştırırken görülüyor.

TB: Galatasaray tam bir kaos ortamında. Hagi desen başka alemde, futbolcular başka alemde yönetim keza öyle... Belki Fenerbahçe de aynı durumda olabilirdi ancak devre arasında takviye yapılmamasına rağmen takım kimyası oturdu, çarklar düzgün çalışıyor. Fenerbahçe şampiyonluğa odaklanmış halde, Galatasaray ise hedefsiz. Sanırım durumun en kısa ve net açıklaması.

3. Biraz klasik bir soru olacak ama Hagi mi Alex mi? Neden?

MeS : İstatistik olarak tabi ki Alex. Başarılar olarak tabi ki Hagi. Takımımda Hagi yerine Alex’i görmek isterim. Belki de bunun nedeni şu an Hagi’nin düştüğü aciz durum olabilir diye düşünenler olacaktır fakat Alex de Souza taraflı tarafsız herkesin beğenisini aile yaşantısı, saha içi mücadelesi, hakemler ve rakiplerle olan münasebetlerindeki tavırlarıyla kazanmıştır, tıpkı benim gibi. Alex, çünkü Alex’i bir hakeme tükürürken göremezsiniz, çünkü Alex de Souza evimizden biri.

TB: Hagi. Çünkü kimse onun attığı golleri bana unutturamaz. Bilbao'yu, Dortmund'u yıkmasını, her maçta ki hırsını, o topa vuran kadife ayağı kimse bana, bize unutturamaz. Alex değil mi? Alex de önemli bir oyuncu elbet ama bir Hagi değil tabii :)

4. Şükrü Saraçoğlu şehrin göbeğinde, Aslantepe şehir merkezinden uzak... Sizce hangi lokasyonda stad yapılması daha doğru? Şehir merkezinde mi? Merkeze uzakmı?
MeS : Taraftar maçtan önce toplanmak, muhabbet etmek, bir iki bir şeyler içmek ister. Bu tip şeyler için de şehir içindeki stat her zaman tercihimdir.

TB: Eski usüle göre yapılan stadlar şehir merkezlerinde uğrak noktalardaydı ancak hızla büyüyen nüfus ve şehirlerdeki kalabalık bunu kaldıramadı. Bundan dolayı stadyumlar şehir dışına alınmaya başlandı. Doğru karar elbett buydu ancak şehir dışındaki stadyumlar Olimpiyat Stadı gibi "çorak" bırakılmamalı. Etrafında ve içinde taraftarlar da düşünülerek kompleks bir yapı kurulmalı.

5.Galatasaray ve Fenerbahçe'nin en zayıf noktaları neler?
MeS : Fenerbahçe’nin zayıf noktası yedekleri gibi duruyor. Kenardan gelip var olan mevcut durumu çözecek futbolcu sayısı yok denecek kadar az. Böyle olmasına rağmen kabiliyetin bittiği yerde mücadele başlar. Bu zayıf noktayı da böyle çözüyor Fenerbahçe.
Galatasaray’ın zayıf noktası say say bitmeyecek gibi duruyor. Takım birbirini tanımıyor, savunma hallaç pamuğu gibi oluyor belli bir dakikadan sonra. Gol atacak oyuncu bulmak için sıkıntı çekiyorlar. Ruhunu ortaya koyamama problemi de futbolcuların en büyük sıkıntıları.

TB: Fenerbahçe'nin zayıf noktası kesinlikle şampiyonluk yarışında olması ve puan stresi olacak. Başka bir zayıf nokta göremiyorum. Galatasaray ise hemen hemen her konuda rakibine göre dezavantajlı özellikle gol yollarındaki beceriksizlik ve defansın arkasına atılan toplar büyük tehlike yaratmaya aday.


6. Son yıllarda Fenerbahçe'nin Galatasaray'a bariz bir üstülüğü var. Bunu neye bağlıyorsunuz?

MeS : Hazırlanma aşamasını daha iyi yapan bir Fenerbahçe olduğunu düşünüyorum. Futbolcuların her birine bu maçın 3 puandan daha fazla şey ima ettiği fikri enjekte ediliyor. Galatasaraylı futbolcular ise koy vermiş olarak çıkıyorlar sahaya. Önemseyenler sadece yerli futbolcular oluyor. Ezici üstünlük ise birkaç faktörün daha Fenerbahçe’den yana olunca kaçınılmaz oluyor.

TB: Tamamen psikolojik. Başka hiçbir açıklaması yok. Büyük takımlar arasındaki maçlarda bir dönem böyle seriler yakalanması oldukça olağan bir durum önümüzdeki 10 sene bunun tersine dönmeyeceğini kim bilebilir ki?


7. Cuma günkü derbinin, olası kırılma noktaları neler olabilir?

MeS: Cuma günkü derbinin kırılma noktası olarak ilk yarı skorunu görüyorum. İlk yarıyı önde kapatan Fenerbahçe, Galatasaraylı taraftarların sabrını tamamen taşırmış olacaktır ve ikinci yarı istenmeyen olayların yaşanacağı bir 45 dakika olacaktır. Burada ki kırılma noktası kesinlikle Galatasaray taraftarının maça fiilen etkisi olacaktır.

TB: Baros'un son vuruşlardaki becerisi, Alex'in sihirli değneğini yanına alıp almadığı ve son olarakta Galatasaray tribünleri maçın kırılma anlarına ve noktalarına müdahil olacaktır.


8. Derbinin Cuma günü olmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

MeS : Derbinin favorisi olmaz deriz, bence derbinin günüde olmaz. 7 günü birbirinden ayırmamak gerekir “derbi” olduğu için.

TB: Maça gitmek isteyen ve çalışan insanlara yapılmış bir saygısızlık olarak görüyorum. Saçma ve gereksiz bir gün seçimi.


9. Baros mu? Niang mı? Neden?

MeS : Bu sezonu baz alırsak Niang derim. İlk geldiğinden bu yana kötü oynadığı maçlarda bile mücadelesinden hiçbir şeyi esirgemedi keza Baros’ta aynı şekilde fakat arkalarında ki ekip aradaki performans farkını ortaya koydu.

TB: Tamamen farklı tip oyuncular. Yanyana oynasalar efsane bir ikili olacak kadar uyumlu olabilirler, ancak biri teknik bilgisi ve oyun okumasıyla göze çarparken diğeri tamamen fiziksel gücüyle göze çarpıyor. Kalite olarak Baros en az 2 gömlek üstün olsa da Niang'dan bu sezon ki form durumlarıyla Niang bu maçın özelinde öne çıkıyor.


10. Derbi skoru, ve oyunun gidişatını tahmin etmenizi rica etsek?

MeS : Tahmin edildiği gibi Fenerbahçe’nin oyunu domine edeceğini düşünmüyorum. Taktiksel bakımdan Aykut Kocaman Galatasaray’ın 90 dakika boyunca oyunda kalamadığını bildiğini umarak, oyunu 90 dakikaya yayıp son dakikalarda bulacağımız goller ile maçı 2-0 alacağımızı düşünüyorum.

TB: Tedbiri elden bırakmayan bir Fenerbahçe bekliyorum. 60. dakikaya kadar gol olması mümkün görünmüyor. Golü bulan maçı kazanır bence. Tahminim 1-0 Fenerbahçe kazanır. İstermisiniz golü de Güiza atsın?
11 Mart 2011 Cuma

don revie it's only one don revie





















Don Revie ve Billy Bremner
10 Mart 2011 Perşembe

"L"eeds























1972-73, Leeds United


Jack Charlton, Norman Hunter, Paul Madeley, Gary Sprake, David Harvey, Mick Jones, Paul Reaney, Trevor Cherry, Mick Bates, Johnny Giles, Billy Bremner, Allan Clarke, Joe Jordan, Peter Lorimer, Terry Yorath, Eddie Gray.

Galatasaray'da Tek Hedef Fenerbahçe!















Galatasaray'da Tek Hedef Fenerbahçe!

Yitip gitmiş bir Galatasaray var, hiç alışmamış kadar dibe vurmuş durumda...

Transferler, borçlar, yönetim ayrılıkları, sportif başarısızlıklar. Kısaca bir spor kulübünde yaşanabilecek ne sorun varsa hepsi şu anda mevcut. Bir Lippi ortaya atılıyor, bir Terim bir de Tugay. Galatasaray o kadar belirsiz ki; ortaya atılan her spekülasyona meydan bırakılıyor. Sarı-kırmızılı camia yönünü kaybetmiş bir gemi gibi okyanusun ortasında savrulup duruyor.

Dün yapılan divan kurulu kaosun en büyük göstergesiydi. Faruk Süren, İnan Kıraç hepsi yönetimi istifaya davet etti. Adnan Polat ise pes etmeyeceğize getirdi. Kaos büyüdükçe büyüdü içinden çıkılamaz bir hal aldı artık.

Uefa Avrupa Ligi'nden elenmiş, ligde şampiyonluğu bırakın ilk Avrupa kupalarına gitme şansını bitirmiş bir takım var. Üstüne bir de Türkiye Kupası'nda gelen hüsran artık “düşünme zamanının” geldiğinin kanıtıydı adeta.

Bir sürü fikir, bir sürü formülün yerine Galatasaray'ın bu kaostan kurtulması için Fenerbahçe karşısında alınacak bir galibiyetin şart olduğunu düşünüyorum. Büyük takımlar dibe vurdukları kadar çıkmasını da bilen takımlardır. Galatasaray bu dibe vurmuşluğu, bu mutsuzluğu, bu başarısızlığı biraz da olsa telafi etmek istiyorsa var gücüyle oynayacaktır.

Galatasaray'ın Uefa kupasını kazandığı sezon Ali Sami Yen'de oynanan maçta (26 Mart 2000) Galatasaray tüm maçı baskılı oynamış ancak 1-0 mağlup olmaktan kurtulamamıştı. Galatasaray haftaya oynanacak maça çok konsantre çıkacak o kesin. 2000 senesindeki mucize bu sefer de Galatasaray adına tekrarlanır mı, ne dersiniz? 

Tottenham Kaçar!


















Azdı, coştu 2 maçta Tottenham... 180 dakikada Milan'dan gol yemeyerek, Milano da attığı golle turladı. Çeyrek final heyecanı kulüpte bayram havası estirdi adeta. İlk defa katıldıkları Şampiyonlar Ligi'nde çeyrek finaldeler..

Harry Redknapp, maçtan sonraki açıklamalarıyla da bu güzel bayram havasını sürdürdü.


It's been quite a first campaign in the Champions League - and we march on.
"It’s great for the club, great for the fans, great for everyone," 
"This is our first year in the Champions League and that (to qualify) was a fantastic achievement in itself.
"To have progressed and won our group, probably the toughest group and to do what we’ve done against AC Milan, top of the Italian league, is a fantastic achievement.
"It’s all about the fans, really. It’s a great night for them.
"They are proud of their club and we’ve given them something to be proud of and that’s all that matters to me."
Herkesin korktuğu Barcelona'yı da dile getirdi, "I hope we can avoid Barca!" 
Büyüksün Redknapp..
3 Mart 2011 Perşembe

#blogumadokunma











Ben bu kadar saçma sapanlığa dayanamıyorum arkadaş! 
Yok neymiş efendim, bloglarda maç yayını yapılıyormuş, digiturkmüş bilmemneymiş..

Bana ne arkadaş!

Türkiye de ki binlerce blog yazan insanla gidip korsanları aynı kefeye koyarsan bu kadar tepki alman normal değil mi? Beni ister günde 1 kişi okusun ister 100 kişi. Bu benim zevkim. Bu benim günlüğüm. 
Ben senin oyuncağın olmak için yazmıyorum ki! Yazmadım da...

Ben senin kanal listene müdahale ediyomuyum Digiturk?

Ben senin gösterdiğin saçma sapan maçlara, maç bile seçememene, paramla rezil olmaya müdahale ediyormuyum?

Digitürk'çüm eğer evinde ligtv yoksa bana ya da herhangi bir vatandaşa mail at sana maçları izleyebileceğin linklerin sitelerin listesini yollasın! 

Yeni logo yapmışsın, hayırlı olsun ama önce şu durumu düzelt bakalım hadi canımın içi...

Gelgelelim benim tutumuma. Genel olarak bloggerlar wordpress'e geçip bu durumun en az hasarla atlatma eğilimindeler. Saygı duyarım. Bense blogspot.com'da yazmaya devam edeceğim. Wordpress'e geçmeyi planlamıyorum

Bu anarşik duruma karşı sporx.com'a yoğunlaşıp herkesin okuyacağı bir platformda yazmayı seçiyorum.

Dileğim, bu yanlışın bir an önce düzeltilmesi...

Sağlıcakla Kalın...

Sporx.com Yazıları

Twitter


Blogger tarafından desteklenmektedir.

İLETİŞİM